Masal Terapisi

Çocuklarda terapatik yöntemlerden birisi de çocuklara masallar anlatmak. Bazı eğitim metotlarında masal öneriliyor. Mesela Waldorf’ta Grimm masalları öneriliyor. Bu masallarla çocuklara hayatın gerçekleri öğretildiği düşünülüyormuş. Bir de çocuklarda terapi etkisi gösteren masallar var. Bu yazımda onlara örnekler vereceğim.

Terapatik masallar anlatırken dikkat edebileceğimiz şeylerden biri de masalı belleyip akıldan anlatmak. Bu durumda harfi harfine benzer anlatmak zorunda değilsiniz. Ayrıca çocuğun dikkatini verebileceği, seveceği, rahatlatıcı bir ses tonuyla anlatmak. Son olarak monoton değil de bazı yerlere vurgu yaparak anlatmak dikkat edilmesi gerekenler arasında.

Empati Gelişimi İçin

Bir fare, bir devenin ipini eline alıp, kendinden emin büyük bir gururla kurula kurula yola koyulmuş.
Fare kendini güçlü hissediyordu baksana nasıl güçlü hissetmesin küçücük fare, nasılda deveyi peşinden getiriyordur. ,
Deve de sakin sessiz ve uyumlu bir yapısından dolayı fare ile beraber yürümeye başlamış. Fare:Ben ne fareymişim beee , diye gururla kendi kendine konuşuyor keyif alıyormuş.
Deve, farenin düşüncesini anlamış ve düşüncesini içinden:

Ben sana gösteririm, diye söylenmiş.
Gide gide bir büyük ırmak kenarına geldiler. Öyle büyük, öyle derindi ki, fare orada durdu, kaskatı kesildi.
Deve:

Ey fare , , niye şaşırdın? Dedi. Sen kılavuzsun, öncüsün. Irmağa önce sen ayak bas!

Bu su pek derin, dedi fare, boğulmaktan korkuyorum.
Deve ise:

Bir göreyim hele, bu su ne kadarmış, diyerek ayağını ırmağa attı. Suyun fazla derin olmadığını gördü.

Ey yüce büyük fare, dedi, diz boyuymuş, niye korktun?

Sana karınca ama bana ejderha, dedi fare, dizden dize fark var. Sana diz boyu ama benim boyumu yüz kat aşar.Öyleyse bir daha küstahlık etme, kendin gibi farelerle boy ölçüş. Deveyle farenin farkını gör demiş….
Fare:

sen büyüksün deve ben bunu anladım. Ne olur bu sudan geçir beni demiş.
Deve:

Haydi, (hörgücüme) sırtıma tırman. Seni de, senin gibi yüzlercesini de geçiririm. Der

Özgüven için

Bir zamanlar bir sürü yetenekle doğan bir çocuk varmış. Ona doğuştan zekâ ve çeşitli yetenekler verilmiş. (sanat resim spor gibi) iyi bir dış görünüş mutlu bir çocuk olarak dünyaya gelmiş.
Annesi bu özelliklerinde dolayı çocuğa “MUTLU” ismini vermiş. Mutlu’nun dünyaya gelmesi ve bu kadar özel bir çocuk olması kötü kalpli cadıyı çok rahatsız etmiş.
Mutlu’nun annesini kıskanan kötü kalpli cadı çocuğun doğuştan var olan becerilerinin farkına varmasını engelleyecek büyü yapmış.

Cadı büyüsünü yaparken kendi kendine kahkahalar atarak:“bebek büyüdüğünde yeteneklerinin farkına varmayacak. Okulda davranış sorunları olacak ve hiç arkadaşı olmayacak. O artık “mutsuz” bir çocuk olacak diye. Kahkalaarını atmış hah haaaaaaaaaaa

Çocuğun yeteneklerini fark etmemesini nende olacak büyüyü yaparken cadı kendi kendine kahkalarını atmış.
Tıpkı kötü kalpli cadının söylediği gibi Mutlu yeteneklerinin farkına varmadan büyümüş.
Aynaya baktığında çirkin olduğunu düşünüyormuş.
Okula gittiğinde ders çalışmıyor arkadaşlarıyla anlaşamıyormuş.
Öğretmeni Mutlu olan bu durumların içinde neler olduğunu neler yaşadığının nedenini merak ediyormuş.
Mutlu resim yapamıyor sürekli karalama yapıyormuş, neşeyle gülümseyemiyor, kahkalara atamıyormuş, çünkü becerileri gibi neşesini de kaybetmiş. Mutlu büyümüş ve uzamış. Nerdeyse annesi kadar uzun boylu olmuş ve sahip olduğu yeteneklerin farkında bile değilmiş. Mutlu okula büyük bir isteksizlikle gidiyor okulda hiçbir şey yapmadan konuşmadan duruyormuş. Günler böyle geçip gitmiş. Ancak bir gün mutlu okulda yine hiç kimseyle konuşmadan sessizce dururken birden “HEYKELE” dönüşüvermiş. Taş olmuş. Hareket edemiyor, düşünemiyor, konuşamıyor gülümseyemiyormuş.
Mutlu’nun öğretmenleri ve okul müdürü acil olarak annesini çağırmış annesi mutlu taş heykel olarak gördüğünde çok üzülmüş hemen ağlamaya başlamış
Acil olarak mutlu hastaneye götürmüşler.
Hastanedeki herkes taştan heykel olmuş çocuğu görünce şaşkınlık içinde sadece bakıyorlarmış çünkü yapılacak hiç bir şey yokmuş. Dışarıdan taş bir heykel olsa da zihni her şeyi algılıyor duyuyormuş. Ve içinden:
“hak ettiğim şey bu. Ben çok kötü, çirkin aptal bir insanım. Öyle değersizim ki gerçek olmayı hak etmiyorum.” Demiş.
Mutlu ve annesinin komşuları arkadaşları bu durma çok üzülüp konuşurken. Cadı:
“ Mutlunun nasıl taştan heykele dönüştüğünü düşünüp mutlu olup şen kahkalar atıyormuş”
Komşulardan biri cadının kahkaları ve konuşmalarını duymuş. Ve cadının karşısına çıkmış:
“ çabuk Mutluya yaptığın büyüyü boz. Bozmazsan üstüne su dökerim demiş. Çünkü su cadının yok olmasını sağlıyormuş.

Cadı komşu kadını korkutmak istemiş tehditler etmiş ama komşunun kararlı olduğunu görünce:
Cadı: tamam şu damlayı al çocuğun gözüne damlat. Böylece eski yetenek bilgi beceri ve zekâsına mutluluğuna geri kavuşacak demiş. Ve iksir olan büyüyü bozacak damlayı kadına vermiş.
Kadın damlayı almış ve hemen mutlunun yanına koşmuş. Çocuğun gözlerine damlayı damlatmasıyla mutlu eski haline dönmüş. Annesi çok mutlu olmuş
Mutlu eski haline dönmesiyle kalmammış neşesi, yetenekleri de geri gelmiş. Artık yüzü hep gülüyormuş.
Arkadaşlarıyla konuşuyor onlarla oyun oynayıp gezilere katılıyormuş. Resim yapabiliyor dans edebiliyor müzik dinleyip çalgı aleti çalabiliyormuş.
Mutlu:
“eskiden kendi yeteneklerimin mutluluğumun güzelliğimin farkında değilmişim. Artık kendini çok beğeniyorum çok mutluyum herkesi ve yaşamayı çok seviyorum “ demiş…

Ergenlikte problem çözümü

Ece, arkadaşlarının yapacağı doğum günü partisine katılmayı çok istiyordu. Arkadaşları arasında sürekli bu parti konuşuluyordu. Ne giyecekleri partinin nasıl geçeceği hakkında…
Yalnız bir sorun vardı, hem de büyük bir sorun…
Annesi “ hayır” demiştir.
Ece, çok umutsuzdur ve ne kadar umutsuz bir halde annesine durumu anlattıysa da annesi bir o kadar kesin,” hayır “ diyordu…
Ece: “ama herkes gidiyor” bende gideyim anne” diyerek yalvarıyordu.
Annesi: kimlerin gittiği benim, için önemli değil… “yatını vermiştir.
Ece hayal kırıklığına uğramıştı. Daha da kötüsü kalbi kırılmıştır. Çünkü en yakın arkadaşının doğum günü partisiydi. Şimdi nasıl annem izin vermiyor diyecekti.
Eğer partiye gitmeyen tek o olursa diğer arkadaşları gülecek alaya edecek bebek diyeceklerdi. Hatta partiye katılmadığı için onu dışlayacaklardı. Diye düşünüyordu.
Pazar günü, her Pazar olduğu gibi aile yemeği yapıyordu ve anneannesi yemeğe katılıyordu. Anneannesi yemek boyunca ece nin çok üzgün göründüğünü fark etti ama o sırada bir şey
demedi.
Yemeklerini yediler ve masayı toplama esnasında anneannesi anne ve babasına dönerek:
Anneanne: masa toplama bugün Ece ve bizim işimiz olsun siz film izlemeye başlayabilirsiniz demişti.
Anneannesi ve Ece tabakları bulaşık makinesine yerleştirirken,
Anneannesi: Ece neyin var? Bütün akşam hep üzgün görünüyordun
Ece: üzgün bir şekilde: hafta sonu en yakın arkadaşımın doğum günü partisi var ve annem gitmeme izin vermiyor. Dedi.
Anneanne: peki annen ne den gitmemeni istemediğini söyle di mi?
Ece: hayır diye yanıtladı.

“Öyleyse bir an için kendini annenin yerine koy” Dedi anneannesi.“ sen anne olsaydın neden böyle bir şeye hayır derdin” dedi.
Ece, konuya hiç ananesinin açısından bakmamıştı… Yalnızca kendi istediğini düşünmüştü.

Ece: şey… Dedi bir iki saniye düşündükten sonra…
Bu bir kumsal partisi. Belki bize güvenmiyordur ya da başımıza kötü bir şeyler gelmesinden korkuyordur. Belki boğulabileceğimizi filan düşünüyorlardır. Ama hepimiz yüzme biliyoruz ve kendimize bakabiliriz.
Anneannesi: peki yanınızda hiç yetişkin olacak mı,
Ece: hayır tabiî ki. Kim ister partide anne yada babasını
Anneannesi: annenin kafasına takılan belki de budur ve başına bir şey gelmesinden korkuyordur.
Ece: hayır hiçbir şey olmaz. Diyerek cevap verdi.
“Anneannesi: belki haklısın. Ama beklide annen bir şey olabilir diye endişeleniyordur. Annen senin yaşındayken onunla bir oyun oynardık. Aslında ikimiz de gerçeği bilirdik ama yine de oyunu sürdürürdük. Annen bir yere gitmek istediğinde ne zaman gelip almamı istersin diye sorardım. O da hep bir iki saat daha geç vakit akşam 7-8 gibi derdi. Bende o kadar uzun bir saat arkadaşında yâda gittiği yerde kalmasının uygun olmayacağını izin veremeyeceğimi 4’ten önce evde olmasını söylerdim.
YANİ Bir iki saat önce gelmesini söylerdim. Oda karşı çıkardı. Ve sonunda ikimizin de baştan beri uygun gördüğü bir saatte yani saat 5 te dönmesi konusunda anlaşırdık. Böylece ne kazanan ne de kaybeden olurdu, böylece o istediği saate kadar dışarıda kalır ve
benim istediğim uygun bir saatte de dönerdi. Ama uzlaşarak sonunda bir çözüme ulaşırdık. Bu konuda sen annenle nasıl uzlaşabilirsin diye düşünüyorum.
Sence ne istiyordur?
Ece: “bence birilerinin bizi denetlemesini istiyordur.
Ama etrafta bir yetişkine ihtiyacımız yok.”
Anneannesi: peki öyleyse uzlaşma yolları düşün.” Diye önerdi. “annen seni partiye bıraktığında sahildeki kafelerden birinde seni beklese. Ve o sırada da elindeki işle ilgili çalışsa nasıl olur? Kafeye bilgisayarını götürür ve orada çalışırken arada sırada size de bakar ve size bir şey olmadığından emin olur.
“Belki sahilde arkadaşlarına görünmeden yürüyüş yapar.”
Anneannesi Ece’nin de düşündüğü olasılıkları görebiliyordu.

Anneannesi: annenle konuşma fırsatı bulduğunda onun ilgilendiğin şeyleri, kendi isteklerini anlat ve birlikte ne yapabileceğinizi bulun “ dedi.
Sakin bir şekilde bulaşıkları yerleştirdiler ve içeriye geçerek film izlemeye geçtiler.
Bir sonraki Pazar günü anneannesi eceyi çok neşeli gördü. Ece bir gün önceki kumsal partisini anneannesine anlatmak istiyordu. Ece anneannesine harika bir parti olduğunu ve parti esnasında annesinin kumsalda yürüyüş yaptığını sonrasında kafede bilgisayar çalışmaktan ne kadar keyif aldığını anneannesine anlattı.
Anneannesi Ece’nin anlattıklarını duyduğunda sevindi.
Harika parti sonunda ece de kafeye giderek annesine katılmıştır.

Arkadaşlıkla İlgili

Bir zamanlar bir ormanda bir ayıyla üç kurt arkadaş olmuşlar. Bu kurtlar üç ayrı renkteymiş. Kurtlardan biri ak, biri kara, biri de kızıl renkliymiş. Bu ayı ile üç kurt birlikte yaşayıp birlikte yer içerlermiş. Arkadaşlıkları öylece sürüp gidiyormuş. Gel zaman git zaman ormanda avlanacak hayvan bulamaz olmuşlar. Artık karınları eskisi gibi doymuyormuş. Tabii ayı bu durumdan hiç memnun değilmiş. Kurtlardan kurtulmak istiyormuş. Ancak üç kurtla kavgayı da göze alamadığı için onlardan kurtulmak için bir çare düşünmüş. Sonunda kendince bir plan hazırlamış. Nihayet bir sabah ayı uykusundan yeni uyanmışken kızılkurt ile ak kurdun birlikte olduklarını görmüş.

Kendi kendine “Oh be. Fırsat bu fırsat!” deyip iki kurdun yanına gitmiş ve onlara:
“Dostlarım dün gece bir rüya gördüm. Rüyamda bir ak saçlı aksakallı bir ihtiyar bana kısmetinizin kara kurttan kaynaklandığını, kara kurdun kara talihiyle bize uğursuzluk getirdiğini söyledi. Yaa, duydunuz mu?” der.
Ayının anlattığına inanan iki kurt ona dönerek:
“Ee… Ne yapabiliriz ki?” diye sorunca ayı:
“Kara kurttan kurtulmalıyız. Ondan kurtulmanın tek yolu da bir fırsatını bulup onu öldürmektir. Belki o zaman avımızın bereketi de artmış olur.” der.
Ayı ve iki kurt, arkadaşları kara kurdu öldürürler. Kalan iki kurt ile ayının da arkadaşlıkları sürüp gitmiş. Lâkin
Ayının planında bu iki kurttan da kurtulmak olduğu için aklı onlardaymış. Günlerden bir gün ayı ile ak kurt baş başa kaldıklarında kurda, uğursuzluğun bitmediğini, onun kızılkurtla devam ettiğini, bu yüzden de ondan
Kurtulmaları gerektiğini yoksa açlıktan öleceklerini söyler. Ak kurt ayının bu sözüne inanarak ayıyla birlik olup kızıl kurdu öldürmüşler. Ama yine de avlanacak hayvan bulamamışlar. Ayının da sabrı kalmamış, gittikçe asabileşmiş. Bir gün ayı ile ak kurt ormanda avlanmak için gezerlerken ayı, bu kurttan da
kurtulmak için bir bahane arıyormuş. İki arkadaş bir dereden su içerlerken ayı bir bahane bulup kurdu
yiyecek ya söylenmiş:
“Hey miskin kurt, ben senden daha güçlü daha itibarlı değil miyim? Sen bana nasıl olur da saygısızlık ediyorsun?”
Kurt:
“Ne saygısızlığıymış? Beraberce su içiyoruz ya…” deyince,
Ayı:
“Sen kim oluyorsun da benden yukarıda su içip suyumu bulandırıyorsun? Çekil oradan!” der.
Ak kurt ayıya dönerek:
“Evet efendim. Haklısın tabii(!) Ne zaman ki ben sana inanıp arkadaşlarıma ihanet ettim, işte o zaman asıl her şeyi hak etmiştim.” demiş ve cezasını çekmiş.

Tuvalet Alışkanlığı için

Bir varmış bir yokmuş. Mavi mavi gökyüzünde yağmur bulutları varmışşşş. Bulutlar birbirleriyle sohbet ederlermiş. Büyük yağmur bulutu arkadaşlarına seslenmiş…
“su damlacıkları çok birikti bunları boşaltalım da hafifleyelim. Daha keyifli oyunlar oynayalım ne dersiniz” demiş.
Büyük bir coşku için yağmur bulutları evettttt demişler
Su damlacıklarını damlatalım ki ağaç, çiçek ve hayvan arkadaşlarımız da susamışlardır onlara su verelim.
Bize çok ağır gelmeye başladı boşaltalım su damlacıklarımızı ancak yağmur bulutlarının sadece bir tanesi bu fikri hiç sevinmemiş ve diğer yağmur bulutlarından uzaklaşmaya karar vermiş.
Arkadaşları seslenmişler. “nereye gidiyorsun”
“ben yağmur yağdırmayacağım su damlacıklarımı bırakmayacağım” demiş
Arkadaşları: “ama aşağıda sularımızı bekleyen susuz kalmış arkadaşlarımız var onları düşünmelisin. Hem de baksana patlayacak gibi duruyorsun su damlacıkları yağdırırsan rahatlarsın.” Demişler.
Yağmur bulutu arkadaşlarının yanından uzaklaşmış…
Geri geldiğinde arkadaşlarının büyük keyif ve coşku içinde oyun oynadıklarını görmüş ve bir an oyuna katılmak istemiş ancak su damlacıkları çok dolduğu için hareket edememiş.
Biraz kıpırdarsa sular dökülmeye başlıyormuş ve kendi sıkmış sıkmış ama artık hiç rahat değilmiş arkadaşlarıyla oyun da oynayamıyormuş sessizce onları izliyormuş. Arkadaşları seslemiş su damlacıkları ile dolu olan yağmur bulutuna
“hadi gelsene oyun oynayalım yakalambaç…. Ama ebe sen olacaksın”
“oynarım hatta çok da istiyorum ama hareket edemiyorum çok sıkıştım sular çok doldu”
Arkadaşları o zaman sende su damlacıkları yağdır ve rahatla demişler
“olmaz olmaz diyerek oradan uzaklaşmış”
Dolu yağmur bulutu arkadaşlarından uzaklaşırken çok zorlanıyormuş. Artık rahat hareket edemiyormuş gezemiyormuş, istediği yemekleri yiyemiyormuş çünkü
Karnı patlayacak kadar doluymuş. Artık rahatta uyku uyuyamıyor sürekli kâbuslar görüyormuş çünkü
Dolu yağmur damlacıkları artık hareket ettirmez olmuş.
Bir gün yaşlı bilge yağmur bulutu bütün yavru yağmur bulutlarını toplamış.
Büyük bir yarışma yapacağını ve kim çok yağmur yağdırırsa o yarışmayı kazanacağını söylemiş. Ödül olarak da yağmur bulutlarının çok sevdiği yağmur ülkesine geziymiş. Bütün yağmur bulutları bu yarışma haberini duyunca sevinç çığlıkları atmışlar. Kim istemez ki yağmur ülkesine gitmeyi. Orada hem tatil yapmak birçok şekerle çikolatalar yemekle oyuncaklarla dolu bir ülkeymiş.
Yavru yağmur bulutları yarışmanın olacağı günü sabırsızlıkla bekliyormuş bir tek yavru dolu yağmur bulutu bu haberi duyunca önce çok sevinmiş ama sonra çok üzülmüş. Bu durumu fark eden annesi dolu yağmur bulutuna sormuş:
“ yarışmaya katılacaksın değil mi”?
Yavru yağmur bulutu başına önüne eğerek şey yy demiş.

“ ben katılmayacağım anne”
Annesi: “neden kim istemez ki yağmur ülkesine gidip eğlenmek
Yavru bulut: “ben istemem ben o ülkeyi kitaplarda gördüm yere bence “
Anne bulut: “bence bu yarışmaya katılmalısın kim bilir belki sen kazanacaksın”
Yavru bulut heyecanlanmış. “sence kazanır mıyım anne”
Annesi: neden kazanamayasın ki sadece yağmur damlacıklarını bırakacaksın en çok kim yağdırırsa o kazanacak.
Yavru bulut: şey yy anne nasıl yağmur yağdıracağımı bilmiyorum ki demiş
Annesi: çok haklısın yavrucuğum dur sana anlatayım demiş.
Anne bulut yavru buluta yağmur damlacıklarını nasıl bırakacağını ve sonrasında ne kadar güzel hareket edip koşup oynayabileceğini anlatmış ve
Anne: istersen bir dene ne dersin demiş
Yavru bulut çok heyecanlanmış ve yarışmanın yapılacağı günü sabırsızlıkla bekliyormuş. Yaşlı bilge yağmur bulut tüm yavru yağmur bulutlarını çağırmış veeee
Hazır mısınız yavru bulutlarım
3…
2… ve
1…
Yarışma başladı hadi bakalım yağdırın demiş. Yavru bulut aynı annesinin öğrettiği gibi bütün damlacıklarını bırakmış bırakmış bırakmış. Ve damlacıkları yağdırdıkça rahatlama hissediyormuş. O kadar doluymuş ki diğer yağmur bulutları yağdırmayı bitirmişler ancak bizim dolu yağmur bulutu hala yağdırıyormuş. Diğer arkadaşlıkları şaşkınlıkla onu izleyerek alkışlamaya ve desteklemeye başlamışlar
Çünkü onlarda arkadaşının dolu olmasında ve rahatsız olmasından çok üzülüyorlarmışHadiiiiiii bulutçuk yağdır yağdır diye bağırıyorlarmış.

Sonunda yavru bulutçuk bütün yağmur damlacıklarını yağdırmış veeee yarışmanın kazananı olmuş.
Yavru yağmur bulutu çok sevinmiş arkadaşlarıyla kucaklaş sevincini onlarla paylaşmış. Annesine koşarak:

“Teşekkür ederim anneciğim senin sayesinde hem birinci oldum hem de çok rahatladım”

“Gördün mü nasıl yağdırdığımı” demiş.
Annesi: görmez miydin büyük bir heyecanla seniz izledim.

Ve aynı zamanda yeryüzüne su damlacıklarının gittiği yerleri izledim senin bıraktığın suların nasıl kurumuş toprakları canlandırdığını solmuş çiçeklerin nasıl sevinç çığlıkları ile sana teşekkür ettiklerini de gördüm.
Seni çok seviyorum canım yavru bulutum demiş ve sarılmışlar…

Katı Tuvalet Alışkanlığı İçin

Yavru elma ağacı yaşlı çiftçinin bahçesinde ailesi ve arkadaşları ile birlikte büyüyüp gidermiş. Annesi ve babasının büyük büyük elmaları olurmuş. Annesinin kıpkırmızı iri babasının yemyeşil iri elmaları olurmuş.
Yaşlı çiftçi her gün gelir elma ve diğer tüm meyve ağaçları ile yakından ilgilenirmiş. Onları sular konuşur sağlıklı olmaları için bakımlarını yaparmış. Bu yaşlı çitçinin bir de akıllı torunu varmış. Torunu da fidanlarla ilgilenir onlarla konuşurmuş.
Torun: sizde ben gibi küçücüksünüz büyüyeceksiniz
Meyveler vereceksiniz dermiş
Yavru elma ağacı her sene her sene derken. Artık genç bir elma ağacı oluvermiş. Artık meyve verecek durma gelmiş. Ancak bir sorun varmış. Elma ağacımız meyvelerini kimseye vermek istemezmiş. Vermemek için ne yapabilir her gün onu düşünürmüş. Bir gün buldum demiş. Eğer boyumu uzatır dallarımı yukarı doğru yaparsam kimse meyvelerime yetişemez demiş
Çiftçi ve torunu büyüyen elma ağacının ilk meyvelerini görünce pek sevinmişler. Torununa seslenerek gördün mü canım torunum senin beslediğin fidan artık bir elma ağacı. oluvermiş ve meyveleri olmuş baksana demiş
Elma ağacı yaşlı çiftçinin bu konuşmasında çok korkmuş. Kimseye elmalarını vermek istemiyormuş
O elmalar ona aitti ve kimse ondan meyveleri almalarını koparmalarını istemiyordu.

Her gün dallarını yukarı doğru uzatıp çiftçiye ve torununa zorluk yapıyordu. Ancak zorluk sadece çiftçi ve torununa değil kendisine de oluyordu. Dallarını yukarı uzattıkça gücü kalmıoyordu ve dalları zayıflıyordu ama iri iri elmalar gün
geçtikçe çoğalıyordu ve dalları artık elmaları daha fazla tutacak gücü kalmıyordu. Torunu bu durumdan çok üzülüyordu ve genç elma ağacının en yapmak istediği anlarcasına bir gün yanına gelerek konuşmuş onunla
Çocuk: biliyorum ve seni çok iyi anlıyorum ne yapmak istediğini. Meyvelerini bize vermek istemiyorsun. Ancak senin meyvelerin sayesinde birçok çocuk sağlıklı büyüyecek ve sana teşekkür edecekler. Ve biliyor musun bu meyvelerini bize verdiğinde yerine yine yeni meyveler gelecek. Ama bu meyveleri bırakmazsan eğer dalların onları daha taşıyamayacak duruma gelecek demiş.
Genç elma ağacı çocuğun konuşmalarını dinlemiş. Ve hak vermiş çünkü artık gücü kalmıyordu. Ve düşündü yeni meyveler gelecek demesi onu çok mutlu etti. Çünkü meyvelerinin koparılamasa bir daha çıkmayacaklar diye çok korkuyordu. Ve karar aldı artık meyverini bırakacaktı ki bu akıllı çocuk gibi diğer çocuklarda yesinler
ki beni sevmeye benimle konuşamaya gelsinler demiş. Ve bir sabah dallarını aşağı sallayarak tüm meyvelerini bırakıvermiş. Bahçeye geldiklerinde yaşlı çiftçi ve torunu yerde birbirinden güzel meyveleri görünce
çok mutlu olmuşlar.
Yaşlı çiftçi: haydi torunumun sepetine koy ve okuldaki tüm arkadaşlarına bu güzel meyveleri dağıt demiş.
Bu konuşmayı duyan elma ağacı çok sevinmiş çocuklar meyvelerin sayesinde büyüyecekler diye çok mutlu olmuş. Yaşlı çiftçinin torunu genç elma ağacına yaklaşarak kocaman sarılmış ağaca veee
Çocuk: çok çok teşekkür ederim demişşşş

Ofke kontrolu icin

Mehmet iyi biriydi. Ailesi ve arkadaşlarıyla birlikte olmaktan büyük bir keyif alırdı. Onlar da çoğunlukla Mehmet le vakit geçirmekten keyif alırlardı. Çoğunlukla diyorum çünkü Mehmet bazı zamanlarda çok öfkeli olurdu. Eğer bazı istediği şeyler istediği gibi gitmezse, etrafındakilere bağırıp çağırırdı. Kapıları çarpar, etrafındaki diğer çocukları iter ya da bir şeyler fırlatırdı. Annesi ve babası da sık sık “öfkeni kontrol etmeyi öğrenmelisin genç adam, yoksa bir gün gerçekten de başın belaya girecek.” Derlerdi.
Mehmet bir süre sonra okuldaki arkadaşlarının yanına gelmek istemediğini fark etti. Öfkelenince arkadaşları da onunla vakit geçirmek istemez olmuştu. Bu durum Mehmeti çok üzüyordu. Çünkü arkadaşlarını seviyordu. Onları kaybetmek istemiyordu ve bu konuda ne yapacağını bilmiyordu. Çünkü uzun zamandır bu haldeydi. Tıpkı patlamaya hazır bir volkan gibiydi. Mehmet bu durumun kontrolünün dışında olduğunu hissediyordu. Peki, ne yapabilirdi?
Bir cumartesi sabahı babası nalbura gitmişti ve eve gelince
“Mehmet sana bir hediyem var” dedi
Alışveriş çantasından büyük bir çekiç ve pırıl pırıl çiviler çıkardı. Eski bir konserve kutusuna çivileri koydu. Babası çekici ve çivileri aldı ve “her öfkelendiğinde bahçenin etrafındaki çite bir çivi çakacaksın” dedi.
Mehmet bunu ilk duyduğunda babasının delirdiğini düşündü. Belki de iş yerinde fazla bakı altında diye düşündü mat ama yine babasına tamam dedi. Her şeyi denemişti neden babasının dediğini yapmayacaktı ki? Her öfkelendiğinde dışarı çıkıp çite bir çivi çaktı. Okulda öfkelendiği zamanlarda ise eve gelir gelmez öfkelenme sayısı kadar çivi çakardı.
Bir süre sonra mat, çivi çakma işini sıkıcı bulmaya başladı. Öfkelendiği her an dışarı çıkıp çivi çakmak özellikle soğuk ve yağışlı havalarda cok sıkıcı geliyordu. Bir süre sonra şaşırtıcı bir şekilde daha az öfkelendiğini fark etti. Aslında öfkesini kontrol etmek, ofkelendiği zamanlarda dışarı çıkıp çivi çakmaktan daha kolaydı. Bir hafta boyunca bir kez bile öfkelenmedi ve hemen gidip babasına anlattı.
Babası: güzel. Dedi “bunu duyduğuma sevindim. Şimdi öfkelenmediğin her gün dışarıdaki çitten bir çivi sökeceksin” dedi.
Günler geçti ve çitten çiviler çıkmaya başladı. Mehmet çivileri çıkarmaya başladıktan bir süre sonra çivilerin çıktığı yerde
Deliklerin kaldığını fark etti. Bazen çivileri çıkarınca küçük tahta parçacıkları deliği kapatıyordu ama bazı çivilerin çıktığı yerlerde kocaman delikler vardı. Çivileri çıkarttıktan sonra kalan delikler mat in dikkatini çekmişti. Bu durumu babasına söylediğinde babası: “bu biraz öfkelendiğimiz anlara benziyor. Öfkelendiğimiz zaman karşımızdaki insanları incitebilir,
Onlara zarar verebiliriz. Ve üzerinden uzun zaman geçse bile izleri silinmez.”
Mehmet sonraki birkaç gün babasının sözlerini düşündü. Çite deliklerin kalması hiç hoşuna gitmemişti. Her defasında çitlerin önünden geçerken delikleri görmek, Hiç hoşuna gitmiyordu. Sonraki hafta babasına o delikleri doldurup kapatmak istediğini söyledi Ama hala delikleri görebiliyordu. Mehmet yaptığı şeyi düzeltmek istiyordu ve babasına çitleri boyamak istediğini söyledi. Babası: “ne renk istesin” diye sordu.
Mehmet in bu konuda çeşitli fikirleri vardı. Çitlerin hepsini tek bir renk boya yapabilirdi yâda tüm çite duvar resmi yapabilirdi. Belki de çitleri boyamak için bir hafta sonu arkadaşlarını davet edebilirdi. Düşündükçe çite yaptıklarını değiştirecek pek çok seçeneği söyledi. Bu düşünce Mehmet in hoşuna gitmişti ve çivi çakmaktan daha eğlenceliydi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir