3 Çocuk Doğuralım mı?
Cumhurbaşkanımızın bizlerden isteğiydi yıllar önce. O söz de o kadar popüler oldu ki resmen hafızalara kazındı. Genellikle çoğunluk muhalefet oldu Recep Tayyip Erdoğan’ın bu sözlerine. Peki neden böyle bir istekte bulundu? Başta hiç fikrim yoktu. Ama biraz araştırınca iyice kafam karıştı. Madem kafam karışık neden bu konuda yazı yazıyorum? Çünkü bu yazı nasıl kafamın karıştığıyla ilgili.
Devletler normalde ülkelerinin nüfuslarını kontrol altında tutar ve bunun için politikalar belirler. İki çeşit nüfus politikası var. Biri pronatalist yani doğum yanlılığı diğeri de tersi antinatalist politika olarak geçiyor. Nüfusun azaldığı durumlarda doğum desteklenirken, nüfusun çok olduğu durumlarda da doğum kontrolü destekleniyor. Örneğin savaşlardan sonra nüfus azaldığı için hep pronatalist politikalar benimsenmiş. Türkiye de birinci dünya savaşı sonrası pronatalistmiş. Ama sonra nüfus çok arttığı için antinatalist olmuş.
Pronatalist uygulamalar uzun doğum izinleri, kürtaj yasakları, birden fazla çocuğa para yardımları gibiyken antinatalistlikte de daha az doğum izni, kürtajın serbestleştirilmesi hatta bazı ülkelerde mesela Çin gibi, birden fazla çocuk baskıyla yasaklanıyor.
Normalde olması gereken de bu şekildeymiş. Yani nüfusta azalma varsa pronatalist, aşırı artış varsa antinatalist olmak gerekiyor. Bizim ülkemizde nüfus azalması yok. Aksine artış var. O zaman 3 çocuk nereden çıktı?
Bir de demografik fırsat penceresi diye bir şey var. Nüfus 3 bölümde inceleniyor. Çocuklar, yetişkinler ve yaşlılar. Çocuklar ve yaşlılar üretmiyor sadece tüketiyor. Yani çalışmıyor, üretime, iş gücüne bir destek vermezken eğitim, sağlık gibi hizmetlerden yararlanarak ülkenin kaynaklarını yiyor. Yetişkinler de iş gücünü oluşturuyor, üretiyor ve ülkenin ekonomisini ayakta tutuyor. İşte bir ülkenin nüfusunun çoğunluğu üretici kesim olan yetişkinlerden oluşuyorsa bu sürece ekonomik fırsat penceresi deniliyor. Sonuçta üretim tüketimden çok oluyor. Ülke ekonomisi hızlı bir şekilde yükseliyor. Japonya, Kore gibi ülkeler bu dönemlerde şahlandılar. İşte bizim ülkemizde 2000lerin başında ekonomik fırsat dönemine girdi. Araştırmalara göre bu pencere 2050’ye kadar devam edecek.
Ancak bu dönemi her ülke iyi değerlendiremiyor. Bu dönemde yükselen üretici kitleye istihdam yaratmak çok önemli. İstihdam olmazsa hem bu pencere boşa gidiyor hem de işsiz ve yoksul kalan kitleler suça yöneliyor ve ülkenin hem ekonomisi hem güvenliği kötüye gidiyor. Bir de 2050’de bu pencerenin kapanması demek bu üretici yaştaki kitlelerin yaşlanacağı ve ekonomiye yük olması demek. Yani ekonomi zaten kötüyken bir de artan yaşlı nüfus ekonomiyi tamamen çökertebilir.
İşte yeni nesiller gelmesi bu 2050’de son bulacak ekonomik fırsat penceresi dönemini biraz daha uzatabilir. Ama gerçekten herkes cumhurbaşkanı dedi diye 3 çocuk yaptı mı? Yapmadı ama artık bu konuda endişelenmeye gerek yok bence. Ülkemize pek çok ülkeden mülteci geldi ve nüfusumuzu arttırdı. Bununla birlikte bir şey daha var. Evet bu mülteci arkadaşlar bol miktarda çocuk da yapıyor ve nedensiz değil.
En kötü durumda olanların bol miktarda çocuk yapmaları durumu normal bir psikolojiymiş aslında. Çünkü piramitin en altındakiler için temel ihtiyaçları bile karşılamak mesele. Ve cinsellik hem bedava hem de onları mutlu eden az şeyden biri. Ayrıca belli eğitim seviyesinin altındaki insanlar da çocuğu yetiştirilecek geliştirilecek bir birey olarak değil, aile ekonomisine katkıda bulunacak kişiler olarak görüyor. Kefernaum filminde de işlenmişti. Analizini yapmıştım. Orada birinci, ikinci jenerasyon mülteciler sayısız çocuk yapıyorlardı. Onlar da çocukları çalıştırıyor, satıyorlardı.
Peki artan yetişkin nüfusuyla ekonomimizi şahlandırmayı mı planlıyorlar? Bundan pek emin olamıyorum. İstihdam yok. İşsizlik var. İstihdam daha da yaratılabilecekken kapatılıyor. İyi fikirler desteklenmiyor. İş güvencesi yok. İşverenler istemezse ücret ödemeyebiliyor. Ya da ücretsiz, sınırsız fazla mesai yaptırabiliyor. Devlet işçinin arkasında durmuyor. Yani iş güvencesizliğini destekliyor. Liyakat yok. Hiç fikri olmayan hiç eğitimi olmayanlarda para varken, eğitimi ve fikri olanda para yok. Liyakat yok. Geçen yazımda kendi mesleğimin nasıl mahvolduğunu anlattım. Çünkü bu mesleği yapmak için artık eğitimini almaya gerek yok. Ee o zaman işverenler neden eğitimli alıp daha çok para versin? Konuyla ilgili hiçbir fikri ve eğitimi olmayan işverenlere göre önemli olan işi iyi yapmak değil ucuz yapmak çünkü. Yine söylüyorum liyakat yok. Dönüyor dolaşıyor eğitime geliyor. O sektör de aynı. Liyakat yok. Artık öğretmen olmak için de eğitimini almak gerekmiyor. Okullara öğretmen diye birilerini doldurun. Gerçek öğretmenler işsiz kalsın. Önemli olan eğitim vermek değil. Birilerinin cebine daha çok para girmesi. Zaten böyle bir ortamda eğitim almanın da bir manası yok.
Bu liyakatsizlik olayı vasıflı meslekleri neredeyse bitiriyor. Aslında artık ülkeler teknolojiden daha çok kazanıyor. O zaman bizde neden bile isteye vasıflar bitiriliyor? Vasıflı insanlar genellikle işsiz. İşi olanlar da vasıfsız olarak iş buluyor. O bile o kadar dert ki. Çoğu işveren, üniversite mezunları haklarını daha çok savunuyor diye üniversite mezunu çalıştırmak istemiyor. En sonunda vasıflılar yurt dışına kaçıyor ve üretimlerine yurtdışında devam ediyorlar. Bunun ülkemize hayrı ne? Bir ihtimal bu kişiler dönmek isterse belki ülkemize yatırım yapabilir. Ya da biriktirdiklerini bankalarımıza gönderebilir. Gurbetçi olarak tatillerde geldiklerinde de ülkeye döviz sokabilirler. Ama bu bir ihtimal. Dönmeyebilirler, kendi yaşadıkları ülkede yatırım yapmak daha az riskli. Tam tersi, Türkiye bankalarındaki dövizi de alıp gidebilirler. Yani onların döviz sokmasının hesaplanıp hesaplanmadığından emin değilim. Halbuki biraz gelişime yatırım yapılsa. Ben yapılabileceğinden eminim. O kadar yolsuzluklar dönüyor. Saçma sapan insanlar zengin oluyor. Onun yerine ülkemizin gelişimine harcanabilir. Ama bugün üniversitelerde bilimsel araştırmalara ve bilim insanlarının kendilerini geliştirmelerine ayrılan ödeneklerin gitgide azaldığını görüyoruz. Şahsen benim master tezim desteklenirken doktora tezimi cebimden ödedim. Feda olsun. Ama ben de bir süre sonra eti nasıl alacağım, ayakkabımı nasıl alacağım derken kendimi yurtdışında buldum. İlk ay iki telefon bir laptop alınca aile olarak hayatımız değişti. Çünkü teknolojiyi üretim için kullanıyoruz. Marx, yoksulluğun sebebi nüfus artışından değil paranın adaletsiz bölüşülmesinden kaynaklanıyor demiş. Doğru da demiş.
Marx’ın da dediği gibi işsizlik ucuz işçiliği doğuruyor. İnsanlar yoksullaşıp her maaşa baş sallayacak hale geliyorlar ve Türkiye ucuz işçi cenneti oluyor. Ucuz işçilik vatandaşa çok çektiriyor. Ama ekonomimizi canlandırıyor mu? Ucuz emek olduğu için bu durum yabancı yatırımcıyı çekiyor olabilir. Bu da ülke içine döviz sokar. Peki bu durumda her yerde yabancı şirket mi açılıyor? Bu yabancı şirketler ekonomimizi mi canlandırıyor? Neden o kadar yabancı şirket açılmadığının da cevaplarını buldum. Onu da başka bir yazımda paylaşacağım.
Belki de 3 çocuğun sebebi ekonomik değildi. Belki sadece yeni bir eğitim ideolojisi geliştirilecek ve bu ideolojide yetişen çocukların ilerde nüfus olarak baskın olmasıyla ilgili bir hayal kuruldu ancak zannedildiği gibi çocuk doğumlarında bir artış olmadı.