Cernobil
Doğduğum yıla damga vuran nükleer felaketi anlatan Çernobil dizisi yayınlanalı aslında epey oldu. Tabii Netflix’te de olmayınca ben biraz geç izledim. Geç izleyince de zamanı geçti diye yorum yazmakta acele etmedim. Şimdi bu yazıyı yazıyorum çünkü diziden ders almamız gereken yerler olduğunu düşünüyorum.
Dizi bir mini dizi ve daha önce yapılmış bir filme aslında birebir benzetilmiş. Hatta karakterler bile birbirine aşırı benziyor. Tabii belki gerçek karakterlere özellikle benzetilmiştir ilk filmde de bilemiyorum. Dizideki olaylar, isimler her şey gerçek. Belki çok azı kurgudur.
Çernobil bugünkü Ukrayna sınırları içinde yer alıyor. Ve artık terk edilmiş bir yer olan Çernobil turizme açılmış bir durumda. Tabii halen yüksek radyasyon içeriyor. Ekipsiz içeri giremiyorsunuz. Genelde herkese radyasyon ölçüm cihazı veriyorlar. Bu ekstrem turistik geziyi yapanların videolarını izlerseniz olayların gerçekliğini daha rahat idrak ediyorsunuz.
Yazının devamı spoiler içerir.
Olay sırasına göre ilerlersek o zamanın Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde kurulmuş bir nükleer santral var. Ancak bu santral tüm güvenlik testlerinden geçmeden faaliyete başlamış. Olay gecesi bir güvenlik testi var. Aslında testin gündüz yapılması gerekiyor ama enerji kesilmesin diye son anda gece yapılmasına karar veriliyor. Şansa bak ki o günkü mühendis de acemi.
Test sırasında bir aksilik oluşuyor ve nükleer kapak havaya uçuyor. Etrafta grafit görmelerine rağmen nükleer çekirdeğin açılmış olmasına ihmal vermiyorlar. Çünkü her ne kadar testte biraz risk sınırlarını aşsalar da nükleer çekirdekteki güvenlik sisteminden dolayı normal şartlarda çekirdeğin açılmaması gerekiyor. Gecenin bir körü itfaiyeciler yangını söndürmeye geliyorlar ve birkaç saat içinde yüzleri kızarıyor ve mideleri bulanıyor. Santral görevlileri sabaha karşı ve sabah radyasyon miktarını ölçüp radyasyon miktarının çok olmadığına karar veriyor. Halbuki ellerindeki cihaz en üst seviyesi düşük bir seviye olduğu için öyle zannediyorlar. Yani ellerindeki cihaz belli bir seviyenin üstündeki radyasyon seviyesini göstermiyor. Daha ayrıntılı cihazlar da bozuluyor. Ancak başka bir şehirden radyasyon miktarının fazla olduğu ölçülüyor. En son başka bir ülkeden radyasyon miktarıyla ilgili uyarı gelince kulaklarını tıkamaktan vazgeçip harekete geçiyor ve adamımız Legasov’u arıyorlar.
O gece oraya gelen itfaiyeciler ve santraldeki görevliler maalesef korkunç bir şekilde can vermişler. İtfaiyecilerin çıkardığı kıyafetler halen çok fazla radyasyon saçıyormuş ve kıyafetlere yaklaşmak hala yasak. Hatta o gece patlamayı duyup dışarı çıkıp bölgeden gelen tozu soluyan bir grup insan dahi yıllar içerisinde hasta olup ölmüş.
Legasov önderliğinde ciddi bir çalışma başlatılıyor. Bölge çok acil tahliye ediliyor. Çekirdeği kapatmak için bir sürü insan görevlendiriliyor ve kısa sürelerde çatı grafitlerden temizleniyor ve çekirdeğin üstü borla örtülüyor. Sonra yine bir grup insan görevlendirilip bölgedeki canlıları itlaf ediyorlar.
Patlamanın sorumluları sorgulanadursun Legasov aslında sorunun testi gerçekleştirenlerde değil baştan nükler çekirdeğin yapımında olduğunu ortaya çıkarıyor. Çekirdeğin güvenliğini sağlaması gereken bor çubukları yerine reaksiyonu tam tersi yönde aktive eden grafit kullanılmış. Hem de sadece ucuz olduğu için.
Tabii olayın üstü örtülüyor. Sonra Legasov intihar edip arkasından kayıt bırakınca her şey ortaya çıkıyor.
Dizi çekimlerden ya da gerçek bir olay olmasından dolayı çok etkileyici. Bu diziden sonra Türkiye’de yapılmak istenilen nükleer santralleri biraz daha sorguladım. Bizde de yapı sırasında ucuza kaçılır, ihmaller yapılır böyle bir şey yaşanılabilir mi? Hadi böyle bir kaza yaşadık diyelim, zamanında SSCB’nin yaptığı gibi bununla başa çıkabilecek kadar bütçemiz, kaynağımız var mı gibi pek çok soru geçti aklımdan. Ancak şu bir gerçek ki artık gelişmiş ülkeler nükleere değil yenilenebilir enerjiye yöneliyorlar.